Usta Beka ve Minare-i Kelân Hikayesi – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=jDbXdCi6cT8.
Selamun aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler, hatta ve hatta erenleri, gönül verenleri sevenler. Efendim hoş geldiniz safalar getirdiniz. Bu ifadelerin belki de yeryüzünde kendisine en çok yakışacağı şehirlerden birinden sizi selamlıyorum. Niçin? Haceyan yolunun yedi büyük pirinin içinde metfun bulunduğu senelerce ilme, aşka, muhabbete, irfana, beşiklik etmiş Mavera Ün Nehir’in en güzel alanlarından birisi, Buhara şehrinden selamlıyorum sizi. O Buhara nefesi değil midir ki senelerce muhabbetle, güzellikle, aşkla, irfanla yeryüzünü aydınlattı? İşte oradayız.
Peki ben Haceyan yolunun büyük piri, ser sinsileyi Haceyan, Abdülhalik Gücdüvani Kudsesi Ruh’un diyarından, erenlerin diyarından seslendiğimi ifade etmeyeceksem nereden ifade edeceğim? Şahı Nakşibend Efendimiz’in Kudsesi Ruh ve aradaki zatların pek çoğunun metfun bulunduğu yerden sizi selamlamayacaksam, nereden? Erenlere gönül verenler diye selamlayacağım. İşte böyle kutlu bir diyarda ve kutlu bir mekandayız. Çok güzel bir yerdeyiz.
Hemen solumda Mescidi Kelan, hemen sağımda Mir Arap Medresesi ve arka çaprazımda görüyorsunuz Minarei Kelan. Kelan Ulu demek. Mescidi Kelan, Ulu Cami’si Buhara’nın. Minarei Kelan, Buhara’nın Ulu Minare’si ve burası da bir medrese, Mir Arap Medresesi. Şimdi Anadolu’nun pek çok şehrinde gitmiş görmüşüzdür, biliriz bir Ulu Cami vardır.
Ejdat, inşa ederken şehri bir ruhla inşa eder. Ahmet Hamdi Tam Pınar’ın ruhu şad olsun. Diyordu ya, bizim cedlerimiz inşa etmiyordu, ibadet ediyordu. İşte bu ibadet ve inşa arasındaki farkın ince çizgisini şehrin merkezine kurulan mabet, onun etrafında halkalanan hayat, buradan anlarız. Sözü çok uzattım, fazla uzatmaya niyetim yok.
Çünkü bugün size Usta Bekan’ın ve Minarei Kelan’ın hikayesini anlatmak derdindeyim. Düşünün, 12. asır başları, Karahanlı Devleti yeryüzüne adalet ve muhabbeti taşımak üzere kurulmuş, güzellikler içine büyük bir medeniyetin inşasına çaba gösteriyor. Devletin başında Arslan Han var. Arslan Han, adil, cömert, ilme, irfana değer veren, medreseye, kitaba kıymet veren, kılıç kadar kalemin de hakkını koruyan bir güzel hükümdar. İster ki, Buhara’nın sembolü olacak bir minare ve bir mescit inşa edilsin. Mescidi Kelan inşasına başlanır.
Minare, biraz Buhara’nın ruhuna, Buhara’nın şanına, Buhara’nın yeryüzüne adalet ve muhabbet taşıyışına remz olsun için eşi benzeri görülmemiş bir minare yapılmasını iste. Kim yapar bu minareyi? Ararlar, sorarlar, soruştururlar. Buldukları isim, o günün büyük bir ustasıdır. Beka. Beka Usta davet edilir, iş kendisine anlatılır.
Emir başım gözüm üstüne deyip, minarey-i Kelan’ın inşasına başlar. Bu gördüğünüz minare 46 metre yükseklikte ve rivayet o ki yerin altına doğru da 46 metrelik bir temeli var. Toprak hizasından yukarı 46, oradan aşağı 46. Niye? Zaman içerisinde yaşanacak bazı badirelere, depremlere, savaşlara, şunlara, bunlara mukavemet göstersin için
temeli sarsılmaz ve sağlam olsun diye. Usta Beka minarenin inşasına başlar. Yaraya kadar geldiği vakit minarenin inşası bir sabah bakarlar ki usta ortalıkta yok. Şaşırırlar, beklerler gelmez, beklerler gelmez. Bir gün, üç gün, beş gün tam iki sene boyunca Usta Beka ortalıkta görülmez. Sultan Arslan Han çüplere biner. Bulun bana onu, söylediği budur. Göğe çıktıysa ayaklarından tutup aşağıya çekin ve bana getirin. Yerin dibine girdi ise kulaklarından tutun ve alıp bana getirin. Usta Beka’yı bulurlar, hünkârın huzuruna çıkartırlar mahcup. Hünkâr Celâlli, neredesin sen? der, idamına karar verilir. Tam o esnada Usta Beka diyecektir ki, hünkârım, ferman sizindir, adaletinize güvenirim.
Ama bana bir sorun, niçin ben iki senedir ortalıkta gözükmüyorum? Burada bir virgül koyup, hadiseyi bir asır kadar sonrasına taşıyalım. Cengiz Han ordularıyla bütün Avrasya’yı yakıp yıkıp kavurmaktadır. Yolu Buhara’ya düşer. Buhara’ya geldiğinde de çok şiddetli bir savaş olur.
O savaşta torunlarından birisini kaybeder Cengiz. Bunun kızgınlığı içerisinde nice âlimlerin kellerini alır, nice büyük zâtların gözlerine mil çektirir. Hani eskilerin ifade edişiyle söyleyelim de anlaşılı versin. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmaz, yakar, yıkar, perişan eder Buhara’yı. Bütün Buhara allak bullak olmuştur. Şu gördüğünüz Mirarap Medresesi’nde, şu gördüğünüz Mescid-i Kebir’de ne kadar ne kadar çok kitaplar, eserler, onlar bunlar varsa hepsini doldurur ve yaktırır. Ama bir şeyin farkındadır Cengiz. Bu minare yerli yerinde durduğu müddetçe buradaki savaşı kazanabilmiş olmayacaktır. Adamlarına minarenin yıkılması emrini verir. Toplanırlar, mancılıklarla taşlar atarlar, olmaz. O günün şartları içerisinde bulabildikleri barutlu sistemlerle minareyi yıkmak için uğraşırlar, yine olmaz. Minare bir türlü yıkılmamaktadır, Cengiz Han küplere binmektedir. Kızar ve gelip minare ikelağını yerinde görmek ister.
Bir bahanede bulmaya çalışıyordur aynı zamanda. Hani ben ne yapsam ki bu minareyi yıkmadım ama bu savaşı kazandım, minareyi yıkmayışımın da aslında bir sebebi vardı diye bahanesini ortaya koyabilecek bir mazeret, bir şey aramaktadır. Gelir, minareye bakar, görünce çarpılır. Göklere doğru uzanan bu güzellik simgesini seyreder, hayran hayran.
O sıra rivayet o ki Cengiz Han’ın başındaki papak yere düşer, eğilir. Papakını almak için kalkar ve aradığı bahaneyi bulmuş olur. Döner adamlarına der ki ben hiç kimsenin önünde eğilmedim ama birinin önünde eğilseydim onun kellesini almazdım.
Hiç kimsenin önünde eğilmeyen ben çın kız bu minarenin önünde eğildim. Onu yıkmak bana yakışmaz. Beni önünde eğilmeye mecbur eden bir minareyi ben yıkmam der, aradığı bahaneyi bulmuş olarak minareyi yıkamadan alır başını gider. Şu olmuştur aslında Cengiz Han’ın orduları Arslan Han’ın ordularını yenmiştir ama
Usta Bekan’ın minaresi Cengiz’in ordularını mağlup etmiştir. Buhara, Buhara’nın temsil ettiği aşk, muhabbet, irfan, medeniyet tasavvuru dimdik ayakta minare-i kelanın şahsında durmakta ve çağlara meydan okumaktadır. Ne zamana kadar? Bu hadiseden yedi asır sonraya kadar. Bu sene 1920, Lenin ordularını Buhara’ya gönderir. Kasıp kavururlar, yakar yıkarlar. Minare-i kelanı bilmektedir o da. Tıpkı Cengiz gibi. Yıkılmasını emreder, bu defa teknoloji gelişmiş, imkanlar çok daha yerli yerinde. Bombalar atarlar uçaklardan, ortadan hasar verirler, bombalar atarlar, uğraşırlar, füzeler gönderirler.
Onlar da çağın şartları neye el veriyorsa imkanı olarak her şeyle bu ulu minareyi yıkmak için uğraşırlar. Ama bir türlü yıkılmaz minare. Onlar da çaresiz Buhara’yı alt üst etmiş, minare-i kelanı yıkamamış olarak geri dönerler. Niyazım o ki bu minare bu topraklardaki aşkın, ruhun, muhabbetin sembolü olarak kıyamete kadar zamana, şartlara meydan okusun.
Tıpkı 8 asırdır nice depreme, nice savaşa, nice uğraşmaya, nice pervasızlığa karşı koyduğu gibi bundan sonra da ayakta durmaya devam etsin. Peki Serdar hocam, Aslan Han usta bekayı huzuruna çağırdı, idamına karar verdi. O da dedi ki Sultanım vur ama dinle. Hele bir sor ki kulun bunu niye şey yaptı? Değil mi?
Sormuş niye böyle yaptın iki senedir neredesin sen? Sultanım der usta bekâ. Ben eğer bu minareyi yarıya kadar getirdikten sonra iki yıl beklemeseydim,
zemin, temel ve duvarlar tam oturmamış olacağı için bu minare zaman içerisinde yıkılabilirdi ama ben sizin şanınıza, sizin gönlünüze, sizin ufkunuza yaraşır bir minare olmasını arzu ettiğim için iki sene ortadan kayboldum ve bekledim ki bu minarenin temelleri yerine yerleşsin. Aslan Han ilme, âlime değer verdiği kadar adaletin de devletin dini mesabesinde olduğunu bilen bir hükümdardır. Bekayı affeder hatta hayranlıkla affeder, minarenin tamamlanması emrini verir. Usta bekâ minareyi tamamlar ama pek çok ustanın yaptığı gibi, kimin gibi? Mimar Sinan’ın yaptığı gibi.
Süleymaniye’yi getirin gözünüzün önüne, Süleymaniye’yi o bulunduğu zeminden alın karşınıza bir tablo gibi koyun, alt köşecikte mütevazı bir şekilde her tabloyu yapanın imzasını attığı gibi bir imza göreceksiniz. O imza nedir? Mimar Sinan’ın türbesi.
İmzasını öyle atar. İşte usta bekâ da der ki benim kabrimi minare-i kelanın gölgesine yapın. Eğer benim çağlara meydan okuyacağını iddia ederek yaptığım bu eser bir gün yıkılacak olursa, benim kabrimin üstüne yıkılsın. Bu aynı zamanda bir iddiadır. Hiç kimse kabrinin üstüne bir şeyin yıkılmasını arzu etmez.
Yaptığı eser o kadar güvenmektedir ki, kabrimi buraya yapın der. Mütevazı bir imza. İşte o imzanın atıldığı minare-i kelanın hemen gölgesindeyiz. İşte Mir Arap Medresesi’nin, işte Mescidi Kela’nın orta yerindeyiz. Yıl 2022 ve Buhara’nın kalbindeki zarif bir mücevher gibi duran bu minare, dimdik ayakta.
Ayakta duruşuyla da Arslan Han’ın iradesini, Usta Beka’nın baki sanatını, Buhara’nın zarif ruhunu, Turan’ın vakur edasını, Türk İslam medeniyetinin zarif endamını yaşatmaya devam ediyor.
Erenlerin diyarından, Erenlere gönül verenlere muhabbetiniz gönlünüzde vahki olsun niyazıyla.
Eyvallah! Allah’a emanet.
İlk Yorumu Siz Yapın