YERALTINDAN NOTLAR – 19.Bölüm | Sadecilik (Final)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=15A3KMiyYCI.
Müzik Almanya’daki bir hayvanat bahçesinde Dünyanın en tehlikeli hayvanı diye bir bölüm varmış.
İçeri girip böyle birkaç adım atınca da karşına bir ayna çıkıyormuş. Bu bölümde minimalizmden yani sadecelikten bahsetmek istiyorum. Çünkü tüketim alışkanlıklarımızın kim olduğumuzla ve karakterimizle doğrudan bağlantısı var. Başarı nedir senin için? Dolgun bir maaşa, büyük bir eve, güzel bir arabaya hatta şöhrete sahip olmak mı? Sence amacı ve anlamı olan bir yaşam böyle bir şey mi?
Birçok insan parayla tüm arzularını tatmin edebileceğini sanar. Oysa piyangoyu kazanan herkes uzun vadede mutsuz olmuştur. Çünkü kim olduğumuz neye sahip olduğumuzla değil ne yaptığımızla ilgilidir. Biraz önce izlediğin o alışveriş bağımlısı insanlar içlerindeki boşluğu eşyalarla doldurabileceğini zannediyordu. Çünkü reklamlar. Reklamların çoğu aslında bize ihtiyacımız olmayan şeyleri satın aldırıyor. Ve bunu iyi beceriyorlar. Çünkü bize mutluluk vaat ediyorlar. Yüzler hep gülüyor reklamlarda. Bize mutlu olmak istiyorsan bu çikolatayı yemeli ve bu koltukta oturmalısın diyorlar. Aldığın son model cep telefonunun kısa bir süre sonra yenisi çıkıyor. Artık eskidi o bir de bunu al diyorlar sana. Ya da moda dediğimiz şey nedir Allah aşkına? İnsanlar eskiden bir sıcak bir de soğuk havaya göre giyinirdi.
Şimdi ise yılda tam 52 sezona göre kıyafetler üretilip pazarlanıyor. Seni sadece bir hafta sonra trend dışı kalmış gibi hissettiriyorlar ki gidip hemen yeni bir şey alasın. Yani durum şu. Ne kadar çok ve hızlı alışveriş yaparsak onlar için o kadar karlıyız. Oysa eşyaların artık kullanılamaz olduğu için değil de sosyal açıdan pek bir değeri kalmadığı için çöpe atılması tam bir saçmalık. Böyle mi olacak?
Ruhumuzdaki boşluğu böyle mi dolduracağız gerçekten? Bu akılsızca tüketin sadece bize değil doğaya da zarar veriyor. Sürdürülebilir enerji kaynaklarını geliştireceğimize ne bileyim mesela daha fazla güneş ya da rüzgar enerjisi kullanacağımıza daha çok çöp üretiyoruz. Oysa Platon önemli olan en çok şeye sahip olmak değil en az şeye ihtiyaç duymaktır demişti. Less is more diye bir tabir var. Bunu Türkçeye az çoktan iyidir ya da az ama öz diye çevirebiliriz. İşte minimalizmin kaynağı tam da burada yatar. Mesela benim için miktar değil işlev önemlidir. Giymekten keyif almayacağım onlarca ceketimin olması yerine bir iki tane güzel ceketimin olması kâfi. Akıllı ama eski model bir cep telefonuna sahibim ve bu bana yetiyor. Elbette yaşamak için para kazanmam gerekiyor. Ama ihtiyacım olandan daha fazlasına en fazlasına sahip olmak için kendimi yiyip bitirmiyorum. Ya da ünlü olmak, Instagram’a koyacağın bir fotoğrafın on binlerce beğeni almasını sağlamak gibi kaygılarım yok. Çünkü biliyorum ki hayatımın anlamını ve amacını bu boktan şeyler veremez bana. Evet insan doğası gereği hırslıdır ve bu gereklidir de çünkü bazen bu hırs tutar bizi hayatta. Ancak hırsımızı ve tutkularımızı kendimizi ve çevremizi daha iyi bir hale getirmek için kullanmazsak o hayvanat bahçesindeki aynaya daha çok bakarız. Bu bölümde lafı fazla uzatmayacağım. Aslında aklımda minimalizmden bahsetmek de yoktu ama geçen günlerde izlediğim birkaç paygesel beni yeniden düşünmeye itinceye paylaşmak istedim. Programı bitirdiğim için kızgın ya da üzgün hissediği olabilirsin. Ama benim de kendimi yeniden ve yeniden keşfetmeye ihtiyacım var. Ve bu keşfi eski sade hayatımda olduğu gibi yazarak ve seyahat ederek yapacağım. Nietzsche demişti ki kendini bilgiye gerçeğe adayan kişi için yalnızca düşmanını sevmek yetmez. Gerektiğinde dostuna da kin duyabilmelidir. Yani kız bana ama anla da bak gidişimin bir sebebi de şu aslında. Mojide’ye matrak bir guru var o anlatmış da bunu.
Bazen en iyi arkadaşların onlara ihtiyaç duyduğunda yanında olmayanlardır. Çünkü bu durumda ihtiyacın ötesine geçmek zorunda kalırsın. Ve yaşam seni kendinle baş başa bıraktığında zihninin aradığı rahatlıktan çok daha derin bir şey bulursun. Çünkü en güçlü keşifler yoğun bir yalnızlıkla ya da acıyla gelir. Dolayısıyla ben bir yol göstericiydim belki.
Ama kendi kendini var edebilecek olan sadece sensin. Ayrıca güzel haberlerim de var. Burada tam bir yıldır 19 bölümdür anlattığım her şeyi bir kitapta derledim. Beni hatırlamak, yeniden anlamaya çalışmak istersen aç ve oku onu. Ya da sürgün diye bir kitabım vardı ya benim. Seslendirdim ben onu biliyor musun? Enteresan bir deneyimdi benim için. Böyle girdim bir odanın içine kendi yazdığım kitabı okudum. Geri storytelin uygulamasına onu dinle. Bir anda yanı başında beliririm böylece.
Gece de böyle bir kızdı işte. Babası ona Ece, Kraliçe ismini koymuş. Ancak o isminin başına G harfini ekleyip tanıştığı herkese kendisini Gece diye tanıtmıştı. Hiç sevmediği babasının biricik Kraliçesi olmaktansa, dünyadaki en kalanlık ve en güzel şeyi, tüm yalnızların ve ötekilerin sahiplenebileceği Gece’yi seçmişti. Yani dostum sana şimdi veda ediyorum ama arzu ettiğin takdirde beni okumaya ya da dinlemeye devam edebilirsin. Hem kim bilir belki bir gün yeniden karşılaşırız. İçimizdeki o varoluş denen boşluğu, daha güzel şeylerle doldurmuş olmanın gururu ve sevinciyle. O zaman son bir soru soracağım sana. Sence giden olmak mı daha zor yoksa kalan olmak mı?
Hadi eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın