Yoksul Adam Ve Define | Mesnevi’den Hikayeler 14. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=PhxQZO6BY3Q.
Merhaba. Bugün merhaba ile söze başlayalım ki dostlar muhabbetimiz şenlensin.
Merhaba ile aydınlansın gönüller. Merhaba. Bu öyle bir merhaba olsun ki ta kalbimizin derinliklerinden gelip sevdiklerimize ailemize ışık olsun. Gülümseyen yüz olsun. O yüzden en güzel dileklerimle merhaba dostlar. Allah oku emri ile başlayarak Kur’an-ı Kerim’in her ayetinde bizlerden bilgi ister, evrensel bakış ister, bağımsız düşünme yeteneği ister. Bunlar için size akıl verdimler ve en önemlisi de biraz da bunları elde ettirecek tefekkür ister.
Ezberi olan, bir fikre körü körüne bağlı olan, geleneksel anlayıştan taviz vermeye yanaşmayan, geleceyi ve kendini yorumlamaktan korkan, yaşadığı olumsuzlukların nedenini arama zahmetine girmeyen, kendi bilgisinin dışında kimseyi dinlemeyen, kendisindeki kusurları örtmek için binbir bahane uydurmayı adet haline getirenler.
Her şeyimiz iyi de biz ve bizim gibi olanlar niye böyleyiz sorusunu kendine bir kez olsun sormaları gerekmez mi? İslam’da en büyük günahlardan biri kibirken insanın kendini hatasız görmesi ne acı değil mi? İşte tüm bu soruları sorduran bir hikaye ile devam edelim istedik.
O halde kulak verelim Hazreti Mevlana’ya.
Devrim birinde işleri iyi gitmediği için iflas eden gariban bir tüccar vardı. Tüccarın işleri öyle kötü gitti ki sonunda ele güne muhtaç hale geldi. Aç tavuk düşünde kendisini darı ambarında görürmüş ya, onun gibi bizim yoksul tüccarda düşünde bir müjdeci gördü. Ey hayatı yoksulluklar içinde geçmiş olan kalk komşun olan kağıtçıda şu şekilde şu renkte bir kağıt var. Onu bul ve kimsenin olmadığı yere giderek orada oku. Kimselere gösterme o bir define kağıdıdır olur da bu yayılır ortalara düşerse bile asla üzülme. Senden başka kimsecikler bir arpa tanesi bile alamaz ondan.
Elde etmen uzarsa sakın umutsuzluğa düşme. Allah’tan umut kesmeyin ayetini hatırla. Müjdeci bunları söyledikten sonra elini adamın göğsüne koydu. Haydi yürü zahmet çek dedi. Yoksul kendisine gelince sevindi iç içine sığmıyordu hemen kalktı giyindi dışarıya fırladı.
Doğru kağıtçının yolunu tuttu. Yoksul tüccar kağıtçının dükkanına gelince ne aradığı bilinmesin diye bir süre başka kağıtlara kağıt toplarına baktı ve onları inceledi. Sonra söz konusu kağıdı bulacağını umduğu yere yöneldi. Kağıt tam rüyasındaki gibi müjdecinin tarif ettiği yerde duruyordu.
Heyecandan iç içine sığmıyordu içinden heyecanla aman Allah’ım işte o tüm belirtiler var üzerinde şekil renk hepsi bir tamam aynı diye düşündü. Etrafına bakındı kağıdı fark ettirmeden gömleğinin içine gizledi. Hayırlı işler olsun usta diyerek dışarıya çıktı.
Dükkandan ayrılırken yoksul tüccar bir tefekküre daldı aklında onlarca düşünce ve soru vardı. Bu değerli kağıt onca başka kağıdın arasına nasıl oldu da girdi? Nasıl olur da her şeyin koruyucusu Allah birilerinin bir şeyler aşırmasına izin verir?
Bütün ovalar altınla gömüşle dolu olsa Allah istemedikçe ondan bir arpa tanesi dahi alamaz. Şimdi iğden iğye inanıyorum ki gördüğüm düşteki kişi Erenler’den. Yoksa eliyle koymuş gibi bilebilir miydi kağıdın yerini? Böyle düşüne düşüne yürüyordu yoksul tüccar. Çevrede kimselerin olmadığı bir yere gelince kağıdı sakladığı yerden çıkardı incelemeye ve okumaya başladı. Kağıtta şunlar yazılıydı. Şehrin dışındaki mezarlığın yanındaki kubbeli bir yapı var. Hani arkası şehre kapısı Ferkat Yıldızı’na karşı olan.
İşte o türbeye arkanı dön, yüzünü kıbleye çevir sonra yayla bir ok at okun düştüğü yeri kaz. Yoksul bir yay buldu oku koydu bütün gücüyle oku çekerek boşluğa bıraktı. Düştüğü yeri kazmaya başladı sevinerek kazdı kazdı kazdı.
Boşuna bir şeycikler yok kolunda güç kazmak kürekte ağız kalmadı gizli define’den eser yok. Ertesi gün tekrar geldi aynı mekana bu defa yayın kirişini daha da şiddetli gerdi ve oku bıraktı. Okun düştüğü yeri kazmaya başladı akşama kadar.
Ne define var ne başka bir şey.
Böylece her gün ok atmaya düştüğü yerleri kazmaya başladı. Yok yok yok bir türlü bulamayardı. Tam vazgeçecekken aklına rüyasındaki müjdecinin Allah’tan umut kesmeyin ayetini hatırla cümlesi geliyor ve yeniden başlıyordu kazmaya.
Sürekli orayı burayı kazdığından şehirde dedikodular yayılmaya başladı. Nihayet mevzu padişahın kulağına kadar gitti. Zaptiyeler adamı söylenen yerde buldular karga tulumba padişahın huzuruna getirip bıraktılar. Padişah kendisinden habersiz define arayan yoksul tüccarı görünce hiddetlendi.
Bredensiz benim memleketimde benden gizli hazine ararmışsın doğru mudur diye gürüledi. Adam yoksuldu ama akılsız da değildi elbette. İşin sonunun kötüye gideceğini fark etti yalan söylerse padişahın gazabından kurtulma ihtimali görünmüyordu.
O da doğrusu neyse onu yaptı ve düşünde gördüklerini hiçbir ayrıntıyı gizlemeden bir bir anlattı.
Defeneği tarif eden kağıdı da padişahın huzuruna bıraktı.
Hesapsız zahmetlere girdim defineden bir küçük parça bile çıkmadı. Yorgunluğum, açlığım, uykusuzluğum da yanıma kaldı. Ey kaleler fethetmiş padişahım belki senin bahtın yaver olur da bulursun defineyi dedi. Biraz meraktan biraz da işin gizeminden olsa gerek bu defa da padişah düştü definenin peşine. Günlerce haftalarca ok attı okların düştüğü yerleri kazdırdı durdu ama nafile boşuna beyhude bir çalışma. Eziyetten dertten sıkıntıdan başka bir şey elde edemedi. Define sanki ankaya benziyordu ismi var cismi yok. Her yer kazılmış her yer kuyularla dolmuştu.
Günün birinde padişah yoksulu çağırttı. Define kağıdını önüne atıp bu define arama meselesi işi olanın yapacağı bir şey değil. Senin işin yok bu iş sana daha layık bulursan ne ala helali hoş olsun bulamazsan kazar durursun dedi. Kağıdı alan yoksul hemen kazmayı küreyi omuzlayıp sevdalandığı işe adam akıllı sarıldı.
Bulduğu her sert yayı alarak denemeler yaptı kazdı durdu. Görenler padişahın izin verdiğini bildiklerinden ses çıkarmıyor ama onu kıskanmaktan da kedi durmuyorlardı. Günler günleri aylar aylar kovaladı. Yoksulun bu yerleri kazmasına artık herkes alışmıştı kimse ilgilenmiyordu bile.
Yoksul aç açık çıplak perişan bir durumda macerasının define sevdasının peşinden ayrılmadı. Aylar boyu çalıştı vefasızlık etmedi sevdasına usanmadı da ama sonuçta yoktu. Serap misali tam kavuştum derken yine boş bir hayal.
Havayı döven eller sonunda gözler yorgun, beden yorgun, umutların kırıntıları da tükenmek üzereyken……neden yardım istemiyorum? O isteyin vereyim dua edin kabul edeyim demiyor mu diye düşündü. Açtı gönlünü ve ellerini Mevla’ya. Ey sırları bilen bu define için ömrümü ziyan ettim.
Hırs şeytanı acele ettirdi bana. Tedbir alamadım, akıllı davranamadım. Düğümü bağlayana başvurarak çözeyim demedim. Ya Rabbi bu işte tövbe ettim. Kapıyı sen kapadın yine sen aç. Duada da hünerim yokmuş yine başımı hırkaya çekiyor sana yalvarıyorum.
Hüner nerede ben neredeyim doğru bir gönül nerede? Bunların hepsi de senin aksin hepsi de sensin. Duaları gecelerce günlerce sürdü ve bir gün yine bir rüya gördü. Rüyasındaki ses ona sana yaya bir ok koy ve at dendi.
En sert yayı bul denmedi. Yayın kirişini sonuna kadar zorla denmedi. Sen ukalalığından var gücünle yayı çekmeye okçuluk becerini göstermeye kalkıştın. Oysa hazine senin ayaklarına serilmişti. Sen hazine uzaktadır deyip arandın durdun. Hazine yakınındayken sen uzağa gittin.
Unutma ki kim kendinden daha uzağa o katarsa kendi gerçekliğinden o kadar uzaktadır. Sen kendini perde ettin kendine. Oysa isteğin kendi koynundaydı. Ve yoksul adam denileni yaptı. İlk başladığı yere gitti oku tekrar girip usulce bıraktı.
Biraz ilerisine düşen okun yerini kazdığında hazineyi buldu. Senin canında bir can var.
Sen o canı ara. Ten dağında kıymetli inciler var. Sen o incinin madenini ara. Ey hak yolunda yürüüp giden Sufi. Eğer arayabilirsen onu sen kendinde ara. Kendinden başka arama. Kişinin değeri nedir? Aradığı şeydir. Eğer sen can konağını arıyorsan bil ki sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan sen bir ekmeksin. Bu gizli bu nükteliz sözün manasını akıl edersen aradığın ancak sensin sen. Madendeki inciyi aradıkça madensin. Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin. Şu kapalı sözü anlarsan anlarsın her şeyi. Niye arıyorsan sen osun. Senin canın içinde bir can var. O canı ara. Beden dağının içinde mücevher var. O mücevherin madenini ara.
Ay yürüyüp giden Sufi gücün yeterse ara. Ama dışarıda değil aradığını kendinde ara. Evet sevgili dostlar Mesnevi’deki hikaye bu şekilde.
Bir de bu hikayede daha ne sırlar gizlidir işin ehline soran. Mesnevi’deki yoksul adam ve defini hikayesinden çıkaracağımız bazı sonuçlar var. Bunlardan bir tanesi sabır ve tahammüldür. Sabahat göstermiştir bu fakir yoksul adam bu işinde. Sabır göstermiştir, tahammül göstermiştir. Çünkü bunun her gün mezarlığa gidip, mezarlıkta define araması ve bunu çalışması bir süre sonra bulunduğu belge altı tarafından alay konusu olmuştur. Başka bir konu ise hazineyi elde etmezsen bile sen sabırla çalış dönüyordu hikayede. Ve yoksul adam da sürekli olarak çalıştı ve bu hazineyi elde edene kadar çalıştı.
Ve burada da bize Mesnevi’deki şu meşhur olan beat’i hatırlatıyor. Ümitsizliklerden sonra nice ümitler vardır, kanallıklardan sonra nice güneşler vardır. Ama bir burada negatif bir şey var. O da hırs ve tamah konusu.
Çünkü yoksul adam hikayeye göre, yoksul adam oku altında mezarlıkta kendi gücü kuvvetinde, elinden geldiğince en uzağa atarak en kısa sürede hazineye kavuşmayı hedefliyordu. Halbuki rüyasında kendisine öyle denememişti. Sadece oku at buyurulmuştu.
O da kendisine tekrar uyarı geldiğinde, işte sana oku uzağa at demedik sadece at dedik denildiğinde kendisi bir sefer tekrar gidiyor. Tabii bu belki aylar süren bir çalışma sonucundaydı. Oku serbest bıraktığında ok ayağının ucuna düşüyor ve kazarak da ayağının ucundaki hazineyi buluyor. Biz işte şu sözü hatırlıyoruz bu anlamda hırs ve tamah insanın gözünü kör eder sözünü hatırlıyoruz. Aslında bizim nefsimiz bizim en büyük düşmanımızdır. Bizim gönlümüz de en büyük dostumuzdur. Yine biz dostumuzu ve gönlümüzü uzaklarda aramayacağız. Bizim için en büyük hazine olan gönül hazinemiz kendi içimizde derim.
İstiyorsan hakka varmayı meslek edin gönül almayı. Bırak saraylarda mermer olmayı. Toprak ol bağrında güller yetişsin. Ey dost kapalı kapı yoktur yanlış anahtar vardır. Hele bir düşün. Arı bal yapamam. Güneş doğamam. Gece kararamam.
Kış üşütmem. Koyun süt vermem. İnek et vermem diyebilir mi? Peki her şeyin hizmetine sunulduğu insan ona verilen akıl nimetiyle Rahman’ın halifeli görevinden neden kaçar?
Neden sünnetullah’ta hiçbir varlık reddetme imkanına sahip değilken insan kendine sunulan bu özgürce seçim hakkını kendi aleyhinde kullanmaktadır? Gönlümüze bunun cevaplarının doğması duası ile diyelim. Sevgili dostlar. Ruhumuza şifa olan Mesnevi’den bugünlük de bu kadar.
Aman ha sağlıkla muhabbetle kalın. Sakın sakın korkuya kapılmayın.
Bahar çok yakın.
İlk Yorumu Siz Yapın