Yunanistan’ın bitmeyen zulmü: Türk azınlıklara ne oldu?
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=zx5SANq1-wM.
Bak burası dede ağaç, burası gümbücünün, burası da İskeçe. Aslında burayı herkes biliyor, görüyor ama kimse tanımıyor. Yeni bölümde gezete de Batı Trakya’yı anlatalım. Türkiye ve Yunanistan arasında yaşananları hepiniz biliyorsunuz. Adalar meselesi son dönemde gerginliğin tırmandığı son nokta oldu. Bugün biz de gözümüzü Yunanistan tarafına dikip Batı Trakya sorununu masaya yatıracağız. Artık uluslararası anlamda Yunanistan dendiğinde herkesin aklına verilen sözü tutmamak geliyor. Burada da durum farklı değil. Hazırsanız gezetenin onunu başlıyor. Tarihi yahut politik meseleleri konuşmadan önce nereye konuştuğumuzu bilmek daha iyi bir yol haritası anlamına geliyor. O yüzden ben de önce konumu belirleyelim istiyorum. Trakya bölgesi Karadeniz, Marmara, Ege Denizi ve Balkan Rodop dağlarının arasında bulunuyor. Bugün Türkiye sınırları içinde bulunan Avrupa kıtasındaki bölüm Doğu Trakya olarak isimlendirilirken Batı Trakya ise doğusunda Meriç Nehri, kuzeyinde Rodop dağları, batısında Mesta Karasu Nehri ve güneyinde ise Ege Denizi ile çevrili bir bölgeye tekabül ediyor. Coğrafya dersine değiliz farkındayım. Ancak burayı bilmek gerçekten önemli. Batı Trakya üç farklı şehirden oluşup. Bunlar Türkiye sınırındaki Dede Ağaç, Ortadaki Gümülcüne ve Batıdaki İskeçe.
Bölgeyi dar bir şerit olarak hafızamıza kodlayabilirsin. Yüz ölçümü de tam 8578 km². 800 yıl öncesindeyiz. 13. yüzyılda Oğuz Türkleri bölgeye gelmiş ve çoğunluğunu ele geçirmeye başlamıştı. Bu olay bölgedeki Türk hâkimiyetinin ilk adımı olarak kabul ediliyor. Ne zaman sona erdiğini öğrenmek için ise 20. yüzyıla gitmeliyiz.
Osmanlı Devleti 1. Balkan Savaşı’nda mağlup oldu ve akabinde 29 Eylül 1913’te Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Anlaşması Batı Trakya’yı Bulgaristan’a bıraktı. Sonra 1. Dünya Savaşı geldi. Fransa ve Yunanistan burayı işgal etti. Bulgaristan ve müttefikler 1919’da Nevil Anlaşmasını imzaladı ve bölge müttefiklere geçti. Süreç devam ederken müttefikler arası Batı Trakya Türk hükümeti kuruldu. Sonra ise bölge halkı için referandum zamanı gelmişti.
Halkın seçtiği 5’i Türk 8 temsilci Batı Trakya’nın Fransız mandası altında bir otonomi veya Yunanistan ile birleşmesini resmen onayladı. Sonuç ise Yunanistan ile birleşme olarak karşımıza çıktı. Sonra Lozan Barış Anlaşması bölgenin sınırlarını belirledi ve bugün tamamen Yunanistan idaresinde bir bölge ile karşı karşıyayız. Batı Trakya’daki azınlığın nüfusunun günümüzde 150.000 civarında olduğu ifade ediliyor.
Lozan Konferansı’na katılan Türkiye etiği ise bölge nüfusunun en az 129.000 olduğunu iddia etmişti. Hatta bu beyan iddiadan çok daha fazlası olup bir gerçeği de ifade ediyordu. Aradan geçen uzun zaman ve nüfus artış hızı düşünüldüğünde Batı Trakya Müslüman ve Türk azınlığının nüfusunun yaklaşık 1 milyon civarında olabileceğini söyleyebiliyoruz. Dönemin Yunanistan Adalet Bakanı Athanasis Kanelapulos 7 Haziran 1990’da Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan Demecin’de Batı Trakya’da İslam dinine mensup 150.000 Yunan vatandaşının yaşadığını söyleyerek ilk defa 1990’lı yıllardaki nüfus dağılımı hakkında ipucu vermiş oldu. Mevcut bu iddialar Batı Trakya azınlığının nüfusunun sanılanın üstünde olduğunu net biçimde gösteriyor. Yani yine bir kasıtlı yanlış yönlendirme bizlerle birlikte. Batı Trakya’nın Büyük Hizmetlerine Çıkış Lozan Barış Konferansına giden heyetin birincil planı, Batı Trakya’nın Türklerin elinde bir bütün olarak kalmasıydı. Atatürk’te, gönderdiği talimat mentyinde bu konunun altını önemle çizmişti. Türklerin bölgede eziş şuonluk olduğu gerçeği üzerinden teşkilatlanmaları ve bağımsızlıklarını elde etmeleri gerektiğini net biçimde vurgulamıştı.
Türkiye yeti Batı Trakya’daki Müslüman Türk varlığın yoğunluğunu dile getirerek bir plebisit kararı çıkarmayı amaçlamıştı. Ancak Batı Trakya’nın savaştan çok önce Nevile Anlaşması ile teslim edilmiş olması, Batı Trakya’nın kaderi önündeki en büyük engeli oluşturuyordu. İsmet İnönü, Türkiye’nin Batı Trakya’yı kendi topraklarına katmak iddiasında olmadığını, yalnızca Büyük Devletlerin barış programında yazılı olan kendi kaderini belirleme hakkının Batı Trakya’ya tanınmasını istemişti.
Türkiye yetinin bu görüşüne başta müttefikler adına Lord Curzon ve İnönüsten adına da Venizelos karşı çıktı. Lord Curzon yaptığı konuşmada Batı Trakya’nın 1913’ten beri Türk idaresinde olmadığını, Bulgaristan’a bırakıldığını, bu ülkenin de bu toprağı 1919’da Nevile Anlaşması ile müttefiklere devrettiğini, bu nedenle Ankara’nın bu konuda söz hakkı olmadığını ileri sürdü. Sonrası malum plebisit tamamen gündemden çıkmış oldu.
Lozan’da azınlıklar konusu yoğun bir şekilde ele alındı. Batılı devletler Osmanlının devamı olan Türkiye’de hem ırksal hem etnik hem de dini azınlıklar olduğunu öne sürerek Türkiye’yi zor durumda bırakmaya ve baskı altına almaya çalıştı. Ancak Türkiye yetinin Anadolu’da ırksal ve etnik azınlıkların bulunmadığı tezini ısrarla öne çıkarması sonucu azınlık tanımı dini azınlıklar şeklinde yapıldı.
Yani zorunluluk üzerinden ırk merkezi tanım, din merkezi bir tanıma çevrilmiş oldu. Öncelikle şunu mutlaka söylemeliyiz. Azınlığın Türk kimliği Yunan makamlarında reddediliyor ve azınlık Müslüman azınlık olarak tanımlanıyor. Bunun en önemli nedeni 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Anlaşması. Çünkü azınlığı tanımlayan ilk resmi belge Lozan.
Ayrıca 30 Ocak 1923’te 19 maddelik Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol imzalanmış. Protokolün 2. maddesinde mübadele Batı Trakya’da oturan Müslümanları kapsamayacaktır hükmü yer almıştır. Bu hükümle birlikte bölgedeki azınlığa etabli yani yerleşik tanımı da yapılmış oldu. Batı Trakya azınlığı üyelerine verilen ve yerleşik oldukları belirtilen etabli belgelerinde de Müslüman gayri-Müslüm terimleri yerine Türk terimi serbestçe kullanılmıştı.
Böylelikle Yunan makamları resmi olarak azınlığın Türk kimliğinde tanımıştı. Ancak buna rağmen azınlığın Türk olduğu gerçeğe reddedilmeye devam ediyor. Yani gerçek apaçık ortada ama inanılan bambaşka. İçeriğin başından itibaren söylediğimiz gibi azınlık haklarını güvence altına alan ilk metin Lozan’dı. Ancak tek metin Lozan değil. Yunanistan’ın taraf olduğu kimi uluslararası anlaşmalarda azınlıklara yönelik hükümler de bulunuyor. Bu duruma iyi bir örnek 1965’te imzalandı. Irk ayrımcılığı hakkındaki Uluslararası Komansiyon’un ikinci hükmü hem bireysel hem de kamusal haklar noktasında ayrımcılığı yasaklıyor. Evet şu an yapılan ayrımcılık resmen de yasak yani. Yunanistan’ın 1974’te onayladığı Avrupa Temel Özgürlükleri ve İnsan Hakları Sözleşmesi, azınlıkların da sözleşme konusu haklardan yararlanmasının teminat altına aldığı bir diğer çok taraflı anlaşma olarak karşımızda. 5 mecz 1999 tarihinde yürürlüğe konan ve azınlık haklarını koruyan Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi nedeninde de Yunan Devleti Uluslararası’nın hükümlülük altında. Sözleşmenin 27. maddesi, bir azınlık grubuna ait bireylerin kendi gruplarına ait insanlarla bir arada bulunabileceklerini, kendi kültürlerini, dinlerini, dillerini ve uygulama hakkında yoksun bırakılmayacaklarını öngörüyor. Yunanistan’ın bağlı olduğu bir diğer çok taraflı uluslararası belge, 1992 tarihli Birleşmiş Milletler Ulusal, Dinsel, Dilsel Azınlıkların Alt Bireylerin Hakları adlı bildiri. Bildirinin 1. maddesine göre, Yunanistan kendi sınırları içinde yaşayan ulusal, etnik, dinsel, dilsel ve kültürel azınlıkların varlığını korumakla ve kimliklerini sürdürmelerini sağlamakla yükümlü. Anlaşmaların uygulanma yönergeleri takip ediliyor.
İnanın adı bile geçmiyor. Yunanistan ile Türkiye arasındaki Batı Trakya temelli azınlık satıları, Lozan Barış Anlaşması ile belirlendi. Ayrıca Lozan’da azınlıklara yönelik mübadela protokolü ve azınlıkların korunmasına dair protokol olmak üzere iki de ayrı anlaşma imza altına almış oldu. Batı Trakya Müslüman ve Türk Azınlığı, Yunanistan tarafından azınlık satısıyla kabul edilirken, Lozan’da azınlık Türkiye için gayrimüslimler olarak tanımlandı. Ayrıca Yunanistan anlaşmanın 38. maddesinden 44. maddesine kadar olan tüm azınlık hükümlerini de kabul etti. Bu hükümlere göre hukuken garanti altına alınan azınlık haklarının sayısı çok fazla. O yüzden şimdi sadece bir kısmını sayacağım. Yaşam ve özgürlük hakkı, dini ibadet özgürlüğü hakkı, dolaşım ve göç hakkı, yurttaşlık ve siyasi haklar, kanun önünde eşitlik hakkı, kamuda çalışabilme, yükselebilme hakkı, dil özgürlüğü hakkı,
okullarda, ana dilde, öğretimde uygun düşen kolaylıkları görme hakkı. Batı Trakya sorunu en net anlamıyla Batı Trakya Müslüman ve Türk Azınlığının, Yunanistan tarafından da uluslararası anlaşmalarla kabul edilen hak ve özellikliğinin yine Yunanistan tarafından ihlal edilmesinden kaynaklanıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Uluslararası İnsan Hakları İzleme Komitesi karar ve raporlarına geçmiş Yunanistan’ın azınlığa ilişkin birçok hak ihlali mevcut. Mesela Türk kimliğini reddi buna net bir örnek. Azınlık Yunanistan tarafından hala Müslüman azınlık olarak tanımlanıyor ve Azınlığın Türk kimliği reddediliyor. Örneğin Azınlığın sivil toplum kuruluşlarından İskeçe Türk Birliği, sırf adında Türk ifadesi geçiyor diye kapatıldı. Siyasal haklara ilişkin sorunlar da azımsanmayacak düzeydi.
Azınlığın siyasi temsilcisi, dostluk, barış ve eşitlik partisi kurucusu Doktor Sadık Ahmet uzun yıllar Yunan makamlarınca baskıya maruz bırakılmış, hakkında birçok yargılama yapılmış ve tutuklanmıştı. Bunun yanı sıra Müslüman ve Türk Azınlığın Yunan parlamentosuna girmesini engellemek amacıyla ülkede %3 seçim barajı uygulanıyor. Dolaşım ve yurttaşlığa ilişkin sorunları da konuşmalıyız.
1953-1995 yılları arasında bölgede yasak bölge uygulaması gerçekleştirilip, azınlığın bölge ve ülke dışına çıkışı engellenmişti. Ülkeyi terk etmeye yeltenen azınlık mensuplarının pasaportlarına el konuldu. Ayrıca 1955 tarihli Yunan yurttaşlık yasasıyla yaklaşık 60.000 azınlık mensubu yurttaşlıktan çıkarıldı. Ekonomi Bölgenin ekonomik sorunları saymakla bitmeyecek kadar fazla.
Batı Trakya, Yunanistan’da ekonomik anlamda da tecrit edilmeye çalışılıyor. Bu noktada Yunan makamlarınca bölgeye yatırım yapılmıyor. Bölgeye yüksek işsizlikle boğuşuyor. Başkent Atina’da kişi başına düşen milli gelir 20.000 doların üzerindeyken Batı Trakya’da ise bu rakamın 10.000 dolarının altında olması dikkat çekiyor. Türklerin yaşadıkları Gümülcüne ve İskeçe’de kamu kurumlarında Türklerin istihdam edilmemesi, mülk edilme kısıtlamaları, tarım araçlarına lisans verilmemesi başta sorunlar arasında.
Ve hukuk. Burayı kısa tutacağım. Zira vereceğim örnekler durumun anlaşılması için gayet yeterli. Azınlık arazileri genel geçer sebeplerle kamulaştırılıyor ve mezerler istimlak ediliyor. Bununla birlikte azınlık vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri de izin verilmiyor. Yani vakıf ve dernek kurmak bile mümkün değil. Batı Trakya Batı Trakya Müslüman ve Türk azınlığı ile diğer azınlıklar her şeyden önce Yunanistan’ın toprak bütünlüğü için tehlike sayılıyor. Ayrıca Yunan tarihi yazımı ve eğitim sisteminde öteki olarak ifade ediliyor. Bunun yanında Batı Trakya’daki azınlık, Yunan makamlarınca Turubatı, Beşinci Kol, Düşman Ajanı, Türk Yayınmacılığının İleri Karakolu gibi kodlarla nitelendiriliyor. Bu zaten başlı başına bir mobing diyebiliriz.
Batı Trakya Müslümanlarının kendilerini Türk olarak nitelendirmeleri bile Yunanistan tarafı için endişe kaynağı olarak görülüyor. Bu endişeyle hatta birçok kez Yunan hükümet sözcüleri Batı Trakya’da Türkler yoktur bile demişti. Batı Trakya Batı Trakya’daki Müslüman ve Türk azınlığın Lozan Barış Anlaşmasından beri Yunanistan tarafından uğradığı asimilasyon ve baskı politikaları günümüzde de devam ediyor.
İskeçe Türk Birliği sırf adında Türk ifadesi geçiyor diye Gümülcine Gençler Birliği ve Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği gibi kapatıldı. Bu Türk dernekleri lehine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları alınmasına rağmen Yunanistan bu kararları 13 yıldır uygulamıyor. Müslüman ve Türk azınlığın siyasi temsilcisi Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi’nin Yunan parlamentasına girmesini engellemek amacıyla ülkede %3 seçim barajı uygulamaya devam ediyor.
Azınlık, Yunan Partilerinden aday olarak parlamentoda temsil edilmeye zorlanıyor. Lozan Barış Anlaşmasına göre azınlığın dini özelliği olması ve kendi müftüsünü seçme hakkı bulunmasına rağmen Yunanistan azınlığın seçtiği müftüleri tanımıyor, bunun yerine Atina kendi müftülerini atıyor. Atina yönetimi bununla da kalmayıp bu müftüleri çeşitli sebeplerle yargılayarak baskı altına almaya çalışıyor.
Örneğin, Yunanistan Gümülcüne seçilmiş müftüsü İbrahim Şerif hakkında bir sünnet töreninde Mevlid-i Şerif okuyarak makamı gasp ettiği iddiasıyla dava bile açıldı. Son olarak, azınlığın Türkçe eğitim hakkı da Yunan makamlarınca ellerinden alınıyor ya da sınırlandırılıyor. Örneğin, Yunanistan Eğitim Bakanlığı Batı Trakya’da öğrenci sayısının yetersiz olmasını gerekçe göstererek 12 azınlık okulunun daha kapatılmasına karar verdi. Kararla, 2011’den bu yana öğrenci yetersizliği gerekçesiyle sistematik olarak kapatılan Türk azınlık ilkokulu sayısı 132’ye yükselirken, Rodop, İzkeçe ve Evros illerinde faaliyetlerine devam eden toplam okul sayısı 103’e düştü. 10 maddeyi bir cümleyle özetlemeye çalışmak zor gözükse de bir cümle daha kurmak istiyorum. Batı Trakya’da insanların en tabi hakları acımasız biçimde ellerinden alınıyor. Yunanistan imzaladığı hiçbir anlaşmayı resmen tanımıyor.
Bak burası dede ağaç, burası Gümülcün’e, burası da İzkeçe. Aslında burayı herkes biliyor, görüyor ama kimse tanımıyor.
Yeni bölümde Gezete’de Batı Trakya’yı anlatalım.
İlk Yorumu Siz Yapın